top of page

MAKALELER

Aile Konutu Nedir?

Aile konutuyla kastedilen; eşlerin ve varsa çocukların birlikte yaşadıkları ve ailenin yaşam merkezi olarak kabul edilen konuttur.

Aile konutu şerhi ne işe yarar?

Aile konutu şerhi aile yaşamının sürdürüldüğü konut üzerinde tapuya sahip olmayan eşe verilmiş önemli bir haktır. Aile konutu şerhi özellikle çekişmeli boşanma halinde oturulan eve dair çıkması muhtemel anlaşmazlıkların oluşturabileceği zararı büyük oranda azaltmaya yarayan Medeni Hukuk kavramıdır.

TMK MADDE 194’te “Aile konutu olarak özgülenen taşınmaz malın maliki olmayan eş, tapu kütüğüne konutla ilgili gerekli şerhin verilmesini tapu müdürlüğünden isteyebilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Aile konutu şerhi, malik olmayan eşin rızası olmaksızın taşınmaz üzerinde malik bulunan eşin tasarruf haklarını sınırlayan bir şerhtir.

Örneğin aile konutu şerhi bulunan bir taşınmaz üzerinde eşlerden birisinin diğerinin rızası olmadan satma, kiralama gibi işlemler yapması halinde rızası bulunmayan eş hakim müdahalesi talep edebilecektir. Eşlerden biri, diğer eşin açık rızası bulunmadıkça, aile konutu ile ilgili kira sözleşmesini feshedemez, aile konutunu devredemez veya aile konutu üzerindeki hakları sınırlayamaz. Rızayı sağlayamayan veya haklı bir sebep olmadan kendisine rıza verilmeyen eş, hâkimin müdahalesini isteyebilir. Örneğin eşlerden birinin tek taraflı yaptığı kira sözleşmesine malik olamayan eş kiralayana yapacağı bildirimle kira sözleşmesinin tarafı olabilir

Aile konutu şerhi nasıl konulur?

Tapuya şerh düşülerek gerçekleştirilen aile konutu şerhi eşlerin konut üzerindeki tasarruf hakkını kısıtlayarak hakları korumayı amaçlayan kanuni bir uygulamadır. Aile konutu şerhi koymak için eşlerden birinin Tapu ve Kadastro Müdürlüklerine başvurması gerekmektedir. İşlemin gerçekleştirilmesi için ibraz edilmesi gereken belgeler şunlardır;

Aile konutu şerhi dilekçesi

Evlilik cüzdanı

Başvuran tarafa ait T.C. kimlik numarasının bulunduğu nüfus cüzdanı

Vukuatlı nüfus kayıt örneği

Söz konusu meskenin aile konutu olduğunu gösteren, muhtarlıktan alınacak belge

Ayıplı Mal ve Ayıplı Hizmet

Tüketiciye teslimi anında, taraflarca kararlaştırılmış olan örnek ya da modele uygun olmaması ya da objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan maldır. Ayıplı mal, esasen sözleşmeye aykırı teslim edilen maldır . Ambalajında, etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda, internet portalında ya da reklam ve ilanlarında yer alan özelliklerinden bir veya birden fazlasını taşımayan; satıcı tarafından bildirilen veya teknik düzenlemesinde tespit edilen niteliğe aykırı olan; muadili olan malların kullanım amacını karşılamayan, tüketicinin makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren mallar da ayıplı olarak kabul edilir.

Ayıplı hizmet, sözleşmede belirlenen süre içinde başlamaması veya taraflarca kararlaştırılmış olan ve objektif olarak sahip olması gereken özellikleri taşımaması nedeniyle sözleşmeye aykırı olan hizmettir. Hizmet sağlayıcısı tarafından bildirilen, internet portalında veya reklam ve ilanlarında yer alan özellikleri taşımayan ya da yararlanma amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan makul olarak beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksiklikler içeren hizmetler ayıplıdır.

Ayıp, maddi, hukuki ya da ekonomik eksiklik şeklinde ortaya çıkabilir.

Maddi Ayıp: Malda bulunan ve malın tahsis edildiği amaca uygun kullanılmasını engelleyen ayıptır.

Ekonomik Ayıp: Malın veya hizmetin ekonomik değerini düşüren ayıplardır.

Hukuki Ayıp: Satış konusu maldan veya hizmetten yararlanmayı azaltan veya ortadan kaldıran hukuki eksikliklerdir.

Malın Ayıplı Olması Halinde Tüketicinin Seçimlik Hakları

 

Malın ayıplı olduğunun anlaşılması durumunda tüketici şu seçimlik haklardan birini kullanabilir (TKHK m.11):

 

a) Satılanı geri vermeye hazır olduğunu bildirerek sözleşmeden dönme (Sözleşmeden dönme bedelin iadesini de içerir),

b) Satılanı alıkoyup ayıp oranında satış bedelinden indirim isteme,

c) Aşırı bir masraf gerektirmediği takdirde, bütün masrafları satıcıya ait olmak üzere satılanın ücretsiz onarılmasını isteme,

ç) İmkân varsa, satılanın ayıpsız bir misli ile değiştirilmesini isteme, Tüketici yukarıdaki haklarını tek taraflı bildirim yaparak kullanabilir. Satıcı, tüketicinin tercih ettiği bu talebi yerine getirmekle yükümlüdür

Ayıplı Hizmet Halinde Tüketicinin Seçimlik Hakları

 

Hizmetin ayıplı ifa edildiği durumlarda tüketicinin hakları ve talepleri:

 

a-Hizmetin yeniden görülmesini isteme,

b-Hizmet sonucu ortaya çıkan eserin ücretsiz onarımı,

c-Hizmetteki ayıp oranında bedelden indirim,

d-Hizmet için ödediği bedelin iadesini de içeren sözleşmeden dönme, haklarından birini sağlayıcıya karşı kullanmakta serbesttir

Boşanmada Kusurun Rolü ve Mal Paylaşımına Etkisi

Bir davada verilecek olan boşanma kararında, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumları “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmektedir. Her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine has ve o evliliğe münhasırdır.

 

Her kusur türünün farklı sonuçları bulunmaktadır. Örneğin; Kusuru ile boşanmaya sebep olmayan eşten tazminat talep edilemez. Kusuru daha ağır olan taraf maddi ve manevi tazminata hak kazanamaz. Eşler eşit kusurlu ise kimse maddi veya manevi tazminat alamaz. Kusuru daha ağır olan taraf yoksulluk nafakası talep edemez.

 

Taraflar arasında mal paylaşımı için bir mal rejimi türü seçilmemişse malların tasfiyesi yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejime göre yapılır. Taraflar farklı bir mal rejimini de seçmiş olabilirler. Bu halde de o mal rejimi tasfiyesi Kanunda öngörülen şekilde gerçekleştirilir.

 

Boşanma neticesinde mal rejimi tasfiyesi yapılırken tarafların kusuruna bakılmaz. Ancak Medeni Kanun’un 236/2 maddesinde bu kuralın bir istisnasına yer verilmiştir. Buna göre zina veya hayata kast nedenine dayalı olarak boşanma kararı verilmesi halinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir. Bu istisnai hükmün uygulanabilmesi için “zina” veya “hayata kast” sebebi ile boşanmaya karar verilmesi şarttır.

 

Bu sebeple; terk, fiziksel/psikolojik şiddet veya evlilik yükümlülüklerini ihlal boyutunda kalan fiiller sonrasında evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebi ile boşanmaya karar verilmesi durumunda dahi MK 236/2’nin uygulanmayacak olup eşlerden biri kusurlu dahi olsa mal paylaşımı davasında bu kusur önemli olmayacaktır

Ceza Hukukunda İstinaf Kanun Yolu

Bir davada verilecek olan boşanma kararında, tarafların boşanmaya sebep olan olaylarda gerçekleşen kusurlu davranışları belirtildikten sonra eşlerin kusur durumları “kusursuz, az kusurlu, eşit kusurlu, ağır kusurlu veya tam kusurlu eş” şeklinde belirlenmektedir. Her bir boşanma davasında tarafların boşanmaya esas teşkil eden kusur durumlarının kendine has ve o evliliğe münhasırdır.

 

Her kusur türünün farklı sonuçları bulunmaktadır. Örneğin; Kusuru ile boşanmaya sebep olmayan eşten tazminat talep edilemez. Kusuru daha ağır olan taraf maddi ve manevi tazminata hak kazanamaz. Eşler eşit kusurlu ise kimse maddi veya manevi tazminat alamaz. Kusuru daha ağır olan taraf yoksulluk nafakası talep edemez.

 

Taraflar arasında mal paylaşımı için bir mal rejimi türü seçilmemişse malların tasfiyesi yasal mal rejimi olan edinilmiş mallara katılma rejime göre yapılır. Taraflar farklı bir mal rejimini de seçmiş olabilirler. Bu halde de o mal rejimi tasfiyesi Kanunda öngörülen şekilde gerçekleştirilir.

 

Boşanma neticesinde mal rejimi tasfiyesi yapılırken tarafların kusuruna bakılmaz. Ancak Medeni Kanun’un 236/2 maddesinde bu kuralın bir istisnasına yer verilmiştir. Buna göre zina veya hayata kast nedenine dayalı olarak boşanma kararı verilmesi halinde hâkim, kusurlu eşin artık değerdeki pay oranının hakkaniyete uygun olarak azaltılmasına veya kaldırılmasına karar verebilir. Bu istisnai hükmün uygulanabilmesi için “zina” veya “hayata kast” sebebi ile boşanmaya karar verilmesi şarttır.

 

Bu sebeple; terk, fiziksel/psikolojik şiddet veya evlilik yükümlülüklerini ihlal boyutunda kalan fiiller sonrasında evlilik birliğinin temelden sarsılması sebebi ile boşanmaya karar verilmesi durumunda dahi MK 236/2’nin uygulanmayacak olup eşlerden biri kusurlu dahi olsa mal paylaşımı davasında bu kusur önemli olmayacaktır

Eşlerden Birine Miras Kalan Malların Boşanma Halinde Durumu

Boşanmada mal paylaşımı halinde eşlerin kişisel malları paylaşıma dahil edilmemektedir. Türk Medeni Kanunu’nun 220. maddesi kişisel malları şu şekilde belirtmiştir.

 

1. Eşlerden birinin yalnızca kişisel kullanımına yarayan eşya,

2. Mal rejiminin başlangıcında eşlerden birine ait bulunan veya bir eşin sonradan miras yoluyla ya da herhangi bir şekilde karşılıksız kazanma yoluyla elde ettiği malvarlığı değerleri,

3. Manevî tazminat alacakları,

4. Kişisel mallar yerine geçen değerler.

TMK m.220/2'de belirtildiği üzere “bir eşin sonradan miras yoluyla elde ettiği malvarlıkları” kişisel mallar olarak sayılmıştır. Bu sebeple boşanma sırasında açılan mal paylaşımı davasına miras yoluyla kazanılmış mallar dahil edilmemektedir. Miras yoluyla eşe kalan mal, eşin kişisel malı olarak kabul edilmektedir. Bu sebeple mal paylaşımı davasına konu yapılamaz.

Ancak miras kalan mal nedeniyle elde edilen gelirler, örneğin miras kalan taşınmazın kiralanması ile elde edilecek aylık kira gelirleri ve ya bu kira geliriyle alınan başkaca mallar; miras kalan taşınmazdan elde edilen gelirle alındığı ispatlandığı takdirde edinilmiş mal sayıldığından diğer eş mal paylaşımında evlilik sırasında elde edilen bu kazanımın yarısı üzerinde hak sahibi olur.

Evlilik İçinde Alınan Malları Boşanmada Mal Paylaşımı Dışında Tutmak İçin Ne Yapılmalı?

Eşler evlenmeden önce kendi aralarında herhangi bir mal rejimi belirlemezse yasal olarak edinilmiş mallara katılma rejimine tabi tutulurlar. Dolayısıyla boşanma sırasında mal paylaşımı "edinilmiş mallara katılma rejimine" göre yapılır.

 

Eşler evlendikten sonra evlilik birliği içinde edindikleri mallarını eşit olarak paylaşmak istemiyorsa buna uygun bir mal paylaşımı sözleşmesi yapmalıdırlar. Eşler evlenirken veya evlendikten sonra diledikleri mal rejimini seçebilirler. Eşler evlilik devam ederken sözleşme yaparak Mal Ayrılığı Rejimini seçebilir. Böylece, her eş evlilik içinde kazandığı mal üzerinde tek başına hak sahibi olur.

Mal Ayrılığı Sözleşmesi, iki şekilde yapılabilir.

1) Evlilik sırasında evlendirme memurluğuna bir dilekçe verilerek eşler arasında Mal Ayrılığı Rejimi’nin seçildiğinin bildirilmelidir. Bu halde taraflar evlendikleri anda mal ayrılığı rejimine tabi olacaklardır.

2) Mal ayrılığı rejimi noterde de yapılabilir. Noterde yapılacak sözleşme evlilikten önce veya sonra her zaman yapılabilir. Yani, eşler evlendikten sonra notere giderek Mal Ayrılığı Sözleşmesi yapabilirler. Bu durumda boşanma halinde evlilik mallarının paylaşımı, bu sözleşmeye göre yerine getirilecektir.

İş Hukukunda Çalışma Koşullarının Değiştirilmesi

İşveren, işçi lehine olacak değişiklikleri her zaman yapabilir; buna karşılık, işçi aleyhine olan, çalışma koşullarını zorlaştırıp değiştiren değişiklikler esaslı değişiklik olarak adlandırılır. Çalışma koşullarında değişikliklerin işçiye yazılı olarak sunulması ve işçinin yazılı şekilde onayının alınması gerekir.İşçi tarafından 6 işgünü içerisinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşverenin iş koşullarını değiştirmesi, ücrette indirim yapması, görev tanımını değiştirmesi, işçiyi farklı bir ilçeye göndermesi, vardiya düzenine geçilmesi gibi nedenlerin işçiye haklı fesih hakkı verip vermediği oldukça önemlidir.

Bu durum İş Kanunu m.22'de : “İşveren, iş sözleşmesiyle veya iş sözleşmesinin eki niteliğindeki personel yönetmeliği ve benzeri kaynaklar ya da işyeri uygulamasıyla oluşan çalışma koşullarında esaslı bir değişikliği ancak durumu işçiye yazılı olarak bildirmek suretiyle yapabilir. Bu şekle uygun olarak yapılmayan ve işçi tarafından altı işgünü içinde yazılı olarak kabul edilmeyen değişiklikler işçiyi bağlamaz. İşçi değişiklik önerisini bu süre içinde kabul etmezse, işveren değişikliğin geçerli bir nedene dayandığını veya fesih için başka bir geçerli nedenin bulunduğunu yazılı olarak açıklamak ve bildirim süresine uymak suretiyle iş sözleşmesini feshedebilir. İşçi bu durumda 17 ila 21 inci madde hükümlerine göre dava açabilir. Taraflar aralarında anlaşarak çalışma koşullarını her zaman değiştirebilir. Çalışma koşullarında değişiklik geçmişe etkili olarak yürürlüğe konulamaz.” şeklinde düzenlenmiştir.

Yapılmak İstenilen Değişiklik Esaslı Olmalıdır

Yargıtay 9. Hukuk Dairesi, “Çalışma koşullarındaki değişikliğin ne zaman esaslı ne zaman esaslı olmayan bir değişiklik olarak nitelendirileceği hususunda kesin ve her durum için geçerli bir ölçüt belirlemek güçtür. Yargıtay kararlarında esaslı değişiklik konusunda temel alınan ölçütün, “işçinin durumunun ağırlaşması” olduğu görülmektedir.” olarak hüküm kurmuştur. Yargıtay'a göre çalışma koşullarının değiştiğinin kabul edilmesi için işçinin durumunun ağırlaşması gerekmektedir.

 

Çalışma sürelerinde değişiklik, işyeri değişikliği, işin niteliğindeki değişiklik, ücreti düşürmesi gibi durumlar esaslı değişiklik teşkil edecektir.

Kira Hukuku ve Kiralananın Tahliyesi

Kiralayanın tahliye için başvurabileceği birden fazla yol bulunmaktadır.

Tahliye Taahhütnamesi ile tahliye;

Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği(tahliye taahhütnamesi) hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya tahliye davası açmak suretiyle sona erdirebilir.

Kirayı ödememe sebebi ile tahliye;

Kiracı, bir yıldan kısa süreli kira sözleşmelerinde kira süresi içinde kirayı ödemediği için iki haklı ihtar almışsa kiraya veren kira sözleşmesinin süresinin bitiminden itibaren bir ay içerisinde tahliye davası açabilir.

Kiracı, bir yıl ve daha uzun süreli kira sözleşmelerinde bir kira yılı veya bir kira yılını aşan süre içinde kira bedelini ödemediği için kendisine yazılı olarak iki haklı ihtarda bulunulmasına sebep olmuşsa kiraya veren, ihtarların yapıldığı kira yılının bitiminden başlayarak bir ay içinde, dava yoluyla kira sözleşmesini sona erdirebilir. Tahliye davasının iki haklı ihtarın gönderildiği kira döneminin bitiminden itibaren bir ay için açılması gerekmekte olup bu süre hak düşürücü süredir

Kiraya veren ödenmemiş kira borçları ve taşınmazın tahliyesi için takip başlattığında icra müdürlüğü kiracıya ihtarlı ödeme emri gönderir. Ödeme emrinde mevcut kira borçlarının otuz gün içerisinde ödenmesi gerektiği aksi takdirde süre bitiminde taşınmazdan tahliye edileceği bilgisi yer alır. Kiracı yedi gün içerisinde ödeme emrine itiraz edebilir. Eğer kiracı yedi gün içerisinde itiraz etmez ve otuz günlük süre içerisinde kira borcunu ödemez ise kiraya veren sürenin bitiminden itibaren altı ay içerisinde İcra Mahkemesine başvurarak taşınmazın tahliyesine karar verilmesini isteyebilir. Mahkemeden alınan tahliye kararının tebliğinden itibaren tahliye için kiracıya on günlük süre verilir.

Kiraya verenin kullanımı sebebiyle tahliye;

Kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir.

Yeniden inşa ve ya esaslı onarım sebebiyle tahliye;

Kiralananın yeniden inşası veya imarı amacıyla esaslı onarımı, genişletilmesi ya da değiştirilmesi gerekli ve bu işler sırasında kiralananın kullanımı imkânsız ise, belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir

Miras Payları ve Yasal Mirasçılık

Yasal mirasçılık Medeni Kanun’un 495-501 maddeleri arasında düzenlenmiştir. Buna göre yasal mirasçılar, miras bırakanın kan hısımları, evlatlık ve altsoyu ile sağ kalan eştir.

Mirasta Mal Paylaşımı Nasıl Yapılır?

Derece sistemi nedeniyle mal paylaşımına birinci dereceden başlanır. Birinci derece mirasçılar yoksa sırasıyla ikinci ve üçüncü derece mirasçılar arasında paylaşım yapılır. Miras bırakanın eşi her dereceyle birlikte belli oranlarda miras hakkına sahiptir. Medeni Kanun, üç dereceli zümre sistemini uygulamaktadır.

Birinci Zümre Mirasçıları;

Miras bırakanın ölümü halinde birinci derece (zümre) mirasçıları onun altsoyudur. Altsoy, miras bırakanın çocukları, torunları ve bunlardan doğanlardır. Murisin çocukları zümre başı olarak kabul edilir.

 

Çocuklar eşit şekilde mirasçılık hakkına sahiptir.Murisin çocukları hayatta değilse, murisin miras payı varsa torunlarına geçer. Eş, birinci derece mirasçılar ile birlikte mirasçı olduğunda mirasta mal paylaşımına esas alınacak terekede miras payı 1/4’dür.

İkinci Zümre Mirasçıları;

Murisin ölümü üzerine ikinci derecede (zümrede) miras hakkına sahip olan mirasçılar, miras bırakanın ana ve babasıdır. Anne-babanın mirasçı olabilmesi için ilk derecede(çocuklar ya da torunlar) hiç mirasçı kalmamış olması gerekir. İkinci derecede mirasçı olan ana ve baba eşit miras paylarına sahiptir.

 

Eş, ikinci derecede miras hakkına sahip mirasçılar ile birlikte mirasçı olduğunda, terekenin 1/2’sini miras payı olarak alır.

Üçüncü Zümre Mirasçıları;

Murisin ölümü üzerine üçüncü derece (zümre) mirasçılar murisin büyükanne ve büyükbabasıdır. Ancak bunların mirasçı olabilmeleri için birinci zümrede ve ikinci zümrede mirasçı olmaması gerekmektedir.

 

Eş, üçüncü zümre başları ve onların çocukları ile birlikte mirasçı olursa, miras payı terekenin 3/4’ü olacaktır.

 

Birinci ve ikinci zümrede hiç mirasçı yoksa, üçüncü zümrede de zümre başları ve onların çocukları hayatta değilseler, eş tek başına mirasçı olacaktır (MK m. 499).

Ortaklığın Giderilmesi Davası

İzale-i Şuyu veya ortaklığın giderilmesi davası, paylı veya elbirliği mülkiyetine konu taşınır veya taşınmaz malda ortaklar arasındaki paydaşlığa son vererek kişisel mülkiyete geçişi sağlayan bir dava türüdür.

 

Ortaklığın giderilmesi davası, menkul veya gayrimenkule ortak olan tüm paydaşlara karşı açılır. Herhangi bir paydaş taşınır veya taşınmaz maldaki ortaklığa son verilerek ortaklığın bitirilmesini talep edebilir. Bu davanın açılması için pay oranı, paydaş çoğunluğu önemli değildir.

 

Ortaklığın giderilmesi (izale-i şüyu) davasında yetkili mahkeme taşınmaz malın bulunduğu yer Sulh Hukuk Mahkemesidir.

 

İzale-i şüyu davasının tarafları dava esnasında dava konusu malı nasıl bölüştüreceklerine anlaşarak dava sırasında bu antlaşmayı mahkemeye bildirebilirler. Hakim bu antlaşma doğrultusunda ortaklığın giderilmesine karar verebilir. Taraflar malın paylaşılması konusunda anlaşmazlarsa maldaki ortaklığın ya satış suretiyle ya da aynen taksim yoluyla giderilmesi gerekir.

 

Paydaşlığın giderilmesi davalarında mahkemece malın aynen bölünerek paylaştırılmasına karar verilebilmesi için taşınmazın yüzölçümü, niteliği, pay ve paydaş sayısı ve tarım arazilerinin niteliği ile imar mevzuatına göre aynen taksimin mümkün olup olmadığının araştırılması gerekir. Bu şartları taşımaması halinde taşınmazın aynen taksimine karar verilemez.

 

Taşınmazın aynen taksimi mümkün değilse ortaklığın satış suretiyle giderilmesine karar verilir. Taşınmaz malın satışı, mahkeme vasıtasıyla değil satış memurluğu veya icra dairesi marifetiyle yapılır. Satış açık arttırma yoluyla yapılmalıdır. Ancak tüm paydaşlar bir araya gelerek satışın ortaklar arasında yapılması hususunda oybirliğiyle anlaştıkları takdirde satış yalnızca ortaklar arasında yapılır

Bilişim Suçları

Bilişim suçları Türk ceza kanunumuzun 10. bölümü olan Bilişim Alanında Suçların 243 ve 245 maddeleri arasında düzenlenmiştir.

243. Madde bilişim sistemine girme suçu

1- ‘’Bir bilişim sisteminin bütününe ya da bir kısmına, hukuka aykırı olarak giren ve orada kalmaya devam eden kimseye bir yıla kadar hapis ya da adli para cezası verilir.

2-Yukarıda ki fıkrada tanımlanan fiillerin bedeli karşılığı yararlanılabilen sistemler hakkında işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranına kadar indirilir.

3-Bu fiil nedeniyle sistemin içerdiği veriler yok olur veya değişirse, altı aydan iki yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

4-Bir bilişim sisteminin kendi içinde veya bilişim sistemleri arasında gerçekleşen veri nakillerini , sisteme girmeksizin teknik araçlarla hukuki aykırı olarak izleyen kişi , bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

Bu suçun takibi şikayete bağlı değildir ve olağan dava zaman aşımı süresi sekiz yıldır.
TCK nın 244. Maddesinde sistemi engelleme, bozma verileri yok etme yada değiştirme suçlarına değinilmiştir.
Madde 245 banka ya da kredi kartlarını kötüye kullanılmasını düzenlemiştir.

Cumhurbaşkanı'na Hakaret

Türk Ceza Kanunumuzun 299.maddesinde ‘Cumhurbaşkanına hakaret eden kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır .Suçun alenen işlenmesi halinde verilecek ceza 1/6 oranında artırılır,bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması,adalet bakanının iznine bağlıdır’ olarak düzenlenmiştir.

Devleti temsil eden Cumhurbaşkanlık makamının saygınlığını korumayı amaçlayan bir hükümdür.
Hakaret kavramı maddede tanımlanmamıştır, bu konuda hakaret suçunun ceza hukukunda ki tanımı esas alınmalıdır.

Cumhurbaşkanına hakaret nedeniyle hükmedilen hapis cezası hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı verilebilir, adli para cezasına çevrilebilir ve ertelenebilir.
Cumhurbaşkanına hakaret suçu yalnızca kasten işlenebilir taksirle işlenemez.
Suçun işlendiği bilgisini alan Cumhuriyet Başsavcılığı re’sen soruşturma başlatmalıdır. Suç şikayete tabi değildir.

Hakaret

Hakaret suçu Türk Ceza Kanunu 125. maddesi ve devamında yer almaktadır ve şu şekilde tanımlanmıştır.’Bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir fiil yada olgu isnat eden veya sövmek suretiyle bir kimsenin onur, şeref ve saygınlığına saldıran kişi , üç yada iki yıla kadar hapis yada adli para cezasıyla cezalandırılır.Mağdurun gıyabında hakaretin cezalandırılabilmesi fiilin en az üç kişiyle ihtilat ederek işlenmesi gerekir.

Hakaret suçu uzlaşma kapsamında olup bu suç sebebiyle açılan ceza davaları Asliye Ceza Mahkemesinde görülür.

Hakaret suçu takibi şikayete bağlı suçlardandır. Suçun mağduru hakareti ve hakaret edeni öğrendiği tarihten itibaren 6 ay içinde şikayet hakkını kullanmalıdır, aksi halde şikayet hakkını kaybeder.

Nitelikli hakaret şikayete tabi değildir. Nitelikli hakaret suçunun işlenmesi durumunda Cumhuriyet Savcılığı re’sen soruşturma açar.

Kasten Yaralama

Türk Ceza Kanunu vücut dokunulmazlığına karşı suçlar bölümünün 86.maddesinde şu şekilde tanımlanmıştır ‘’Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır’’.

Bu suçun konusunu mağdurun bozulan veya acı verilen bedeni ya da ruhsal varlığı oluşturmaktadır.

Yaralama suçunda kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğü ile ilgili hukuki yarar korunur.

Kasten yaralama fiilin kişi üzerindeki etkisinin basit tıbbi müdahale ile giderilecek ölçüde hafif olması halinde , mağdurun şikayeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur.Bu tip eylemler uzlaşma kapsamında olup Asliye Ceza Mahkemesinin görevine girmektedir.

Kasten yaralama suçunun 86/3. Maddesi de düzenlenen ağırlaştırıcı nedenleri şunlardır.

 

  • a- Kasten yaralama suçunun üstsoya altsoya kardeşe veya eşe karşı işlenmesi

  • b- Beden veya ruh sağlığı bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı işlenmesi

  • c- Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle işlenmesi

  • d- Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfus kötüye kullanılmak suretiyle

  • e- Silahla

İşlenmesi halinde ,şikayet aranmaksızın verilecek ceza yarı oranında arttırılır.

Ceza Avukatı Nedir?

Hukuk sistemimizde ceza avukatlığı adı altında ayrıca bir branş yoktur. Halk arasında ceza davalarıyla daha çok ilgilenen avukatlara ceza avukatı denmektedir. Ceza avukatı suç işleyen kişilerin suçun işlenmesinden sonra başlayan ceza soruşturması veya yargılaması sırasında hukuki yardım yapan kişidir. Ceza avukatı, müvekkiline maddi gerçeğin ortaya çıkarılması konusunda destek sunar.

Ceza hukuku kişinin hürriyetini kısıtlayıcı etkiye sahip bir alan olduğundan kişilerin tüm aşamalarda savunma ve iddialarını iyi şekilde yapmaları, yasal süreleri kaçırmamaları ,kendilerini doğru şekilde ifade edebilmeleri,haklarını etkin bir biçimde ileri sürmeleri gerekir.Tüm bunlar uzmanlık gerektirdiğinden muhakkak ceza hukuku alanında uzmanlaşmış bir avukatla çalışılmalıdır.

Hükmün Açıklanmasının Geri Bırakılması (HAGB) Nedir?

Öncelikle HAGB kararı kişinin hayatına bir kısıtlama getirmeden adli sicilinin bozulması ve haklardan mahrum bırakılmasının önüne geçilmesi amacıyla kabul edilen kişiye verilen şarta bağlı ikinci bir şans veya af olarak özetlenebilir.

Kişi hakkında verilen cezanın belli bir süre içinde sonuç doğurmaması denetim süresi devam ederken yükümlülüklerin aksine davranılmaz ve kasten bir suç işlenmez ise dava düşer ve ceza kararı ortadan kaldırılır.

HAGB nin uygulanabilmesi için sanığın daha önce kasıtlı bir suçtan hüküm giymemiş olması,sanığın yargılama sırasındaki davranışları sonucu bir daha suç işlemeyeceği kanaatine varılmış olması,suç sonucu meydana gelen zararın giderilmesi , yargılama neticesinde hükmedilen cezanın iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası olması,hükmün açıklamasının geri bırakılmasının sanığın kabulüne bağlı olması gerekir.

HAGB kararı ertelenemez ve seçenek yaptırımlara çevrilemez.Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı bunlara özgü bir sisteme kaydedilir.Savcı ,hakim veya mahkeme tarafından istenmesi halinde görülür.HAGB kararları sabıka kaydında görünmez.

Kasten İnsan Öldürme Suçu Nedir?

Türk Ceza Kanunun 81. maddesinde ‘Bir insanı kasten öldüren kişi müebbet hapis cezası ile cezalandırılır’ hükmü düzenlenmiştir.Nitelikli halleri de TCK madde 82 de düzenlenmiş olup kanunun koruduğu temel hukuki değer insanın yaşam hakkıdır.Suçun nitelikli şekilleri

A-tasarlayarak öldürme,

B-canavarca hisçe ve eziyet çektirerek öldürme

C-yangın ,su baskını, tahrip bastırma yada bombalama, biyolojik veya kimyasal silah kullanmak suretiyle insan öldürme,

D-Üst soy veya alt soydan birine yada eş yada kardeşe karşı öldürme,

E-çocuğa yada beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı öldürme,

F-Gebe olduğu bilenen kadına karşı öldürme,

G-Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle öldürme,

H-Bir suçu gizlemek delillerini ortadan kaldırmak veya işlenmesini kolaylaştırmak yada yakalanmamak amacıyla öldürme,

İ-Bir suçu işleyememekten dolayı duyduğu infialle öldürme,

J-Kan gütme saikiyle öldürme,

K- Töre saikiyle adam öldürme olarak sıralanmıştır.

Türk Ceza Kanunu 83. Maddesinde ise kasten öldürmenin ihmali davranışla işlenmesine değinilmiştir.
Bu suçların soruşturması ve kovuşturması, CMK ‘nın 150/3 maddesi uyarınca sanığa müdafii atanmadan yapılamaz.Bu suçları işlendiği hususunda kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı halinde CMK’nın 100/3 maddesi uyarınca tutuklama nedeni var sayılabilir.

Tehdit

Türk Ceza Kanunun 106.maddesinde düzenlenen tehdit suçu ,failin bir başkasına, kendisinin yada yakının yaşamını vücut dokunulmazlığı yada cinsel dokunulmazlığa yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden yada mal varlığı itibariyle büyük bir zarara uğratacağından veya sair bir kötülük edeceğinden bahisle tehdit etmesi şeklinde belirtilmiştir.

Tehdit suçunun TCK 106/1 de düzenlenen temel şekli taraflar arasında uzlaştırma prosedürünün uygulanmasını gerektiren suçlardandır.

Tehdit suçunun tehdit olarak nitelendirilmesi için ,mutlaka,mağdurun bu tehditten haberinin olması gerekir.

Tehdit konusu kötülüğün gerçekleşip gerçekleşmemesi ,suçun oluşması açısından önemli değildir.

Tehdit suçunun daha ağır cezayı gerektiren halleri şunlardır:

Silahla tehdit, kendini tanınmayacak hale koyarak tehdit, birden fazla kişiyle birlikte tehdit, imzasız mektup yoluyla tehdit, örgüt ismi kullanarak tehdit, özel işaretlerle tehdit.

Tutuklama

Tutuklamanın nedenleri Ceza Muhakemesi Kanunu m. 100 de ,’’Kuvvetli suç şüphesinin varlığını gösteren somut delililerin ve bir tutuklama nedeninin bulunması halinde, şüpheli veya sanık hakkında tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza veya güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması hainde, tutuklama kararı verilemez.’’şeklinde belirtilmiştir.

Tutuklama, geçici olarak başvurulan bir koruma tedbiridir. Tutuklama kararı sadece hakim tarafından verilebilir .Şüphelinin tutukluluğa sevki halinde suç ceza hakimliğindeki sorgusu sırasında müdafii bulundurulması zorunludur.Eğer şüphelinin avukatı bulunmuyorsa kendisine baro tarafından avukat görevlendirilir.Cumhuriyet savcısı tarafından tutuklanması istenen şüpheli hakkında hakim bu istemi reddedip adli kontrol karırı verebilir.Tutuklama şüphelinin söz konusu suçu işlediğine dahil samut delillerin ve kuvvetli suç delillerinin bulunması halinde verilebilir.Bunun yanında kural olarak sanığın kaçma şüphesi veya delilleri karartma şüphesinden en az birinin de olayda gerçekleşmesi gerekir.Tutuklama kararı verecek olan hakim somut olayın özelliğine göre tutuklamanın orantılı olup olmadığının takdir eder.CMK’nun 100 maddesinin 2.fıkrasında alınan hükme göre işin önemi,verilmesi beklenen ceza yada güvenlik tedbiri ile ölçülü olmaması halinde tutuklama kararı verilemez denmektedir.

Tutuklama koşulları gerçekleşmesine karşın tutuklama kararı orantılı olmayacak ise hakim veya mahkeme sanığın salıverilmesine veya başka bir koruma tedbirine hükmedebilir.

Göçmen Kaçakçılığı

Göçmen kaçakçılığı suçu Türk Ceza Kanunun 79.maddesinde düzenlenmiştir.

Bu suç için olağan dava zamanaşımı süresi 15 yıldır.

Bu suç ile ilgili tutukluluk süresi en çok bir yıldır.Zorunlu hallerde altı ay kadar uzatılabilir.
Göçmen kaçakçılığı suçuna teşebbüs ,suç tamamlanmış gibi cezalandırılır.

Failin maddi menfaat elde etme amacı yoksa göçmen kaçakçılığı suçunun meydana gelmesi mümkün değildir.
Göçmen kaçakçılığı suçu kapsamında hükmedilen hapis cezası adli para cezasına çevrilemez.

Hükmün açıklanması geri bırakılması kararı ve cezanın ertelenmesi kararı verilemez.

Göçmen kaçakçılığı suçu uzlaşmaya tabi suçlardan değildir.

Göçmen kaçakçılığı suçunun yargılamasını Asliye Ceza Mahkemeleri yapar.

Göçmenler suçun mağduru olmayıp konusu olduğundan birden fazla göçmenin bulunması halinde zincirleme suç hükümleri uygulanmaz.

Gözaltı

Ceza Muhakemesi Kanununda düzenlenmiş olan bir husustur. Yakalanan kişi hakkında Cumhuriyet savcısı gözaltı kararı verebileceği gibi serbest bırakma kararı da verebilir. Gözaltı kararı verme yetkisi kural olarak Cumhuriyet savcısınındır.2015 de yapılan düzenleme ile belli hallerde kolluk amiri de 24 saate kadar gözaltına alma kararı verebilir. Bunun için kamu düzenin ciddi şekilde bozulması koşulu aranmaktadır. Ayrıca toplu halde işlenen bir suç mevcut ise de 48 saate kadar gözaltı kararı verme yetkisi tanınmıştır. Bu yapılan gözaltına alınma tedbirinin derhal cumhuriyet Savcısına bildirilmesi gerekmektedir.;

-Soruşturma yönünden gözaltına alınma kararının zorunlu olması

-Kişinin suçu işlediği şüphesini gösteren somut delillerin varlığıdır.

Kişi hakkında gözaltı kararı verildikten sonra yol süresi hariç 24 saat gözetim altında tutulabilir. Yol süreside 12 saati geçemez.

 

Toplu suç kanunumuza göre en az 3 kişi ile işlenen suçtur. Toplu suç mevcut ise gözaltı süresinin uzatılması mümkündür. Bu sürenin uzatılabilmesi de delillerin toplanmasında güçlük mevcut olması ve şüpheli sayısının fazla olması gerekir.

 

Bu süre savcı tarafından , her seferinde birer gün olmak üzere toplam 3 gün uzatılabilir. Toplamda 96 saati geçemez.

 

AİHM’de ihlal kararları sonucunda da gözaltı süresinin 4 gün ile sınırlandırılabileceği kararlaştırılmıştır.

 

Bu süreler sonunda kişi hakim önüne çıkarılmalıdır. Kişi gözaltına alınma kararına karşı Sulh Ceza hakimine başvurabilir. Bu yakalamaya itirazdır. Bunu sadece şüpheli değil, müdafi, eşi ve 1. Ve 2. derece kan hısımı da yapabilir.

 

Serbest bırakılan kişi aynı sebepten yeni ve yeterli delil olmadıkça tutuklanamaz. Cumhuriyet savcısının yeni ve yeterli delil olması halinde kararı gereklidir.

Uluslararası Koruma Statüleri

Cenevre sözleşmesinde ki mülteci tanımına göre, “Dini, milleti, ırkı ve belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasi düşüncelerinden dolayı belli bir zulüm korkusu taşıyan kimselerdir.”

Bu kişiler korkularından dolayı ülkelerinden kaçmak zorunda kalmış kimselerdir.Türkiye ise bu sözleşmeye taraf olurken bir çekince koymuştur.Türkiye Avrupadan gelenleri mülteci kapsamında saymaktadır.Yani Avrupa dışında olanları çekincesi sebebiyle mülteci saymamaktadır.

Şartlı mülteci kavramı ise ırk, tabiat, din ve belli bir sosyal gruba mensubiyet veya siyası düşüncesi sebebiyle haklı bir sebebin olmasının yanı sıra sınırı da yasal olmayan yollarla aşmış olan kimselerdir.Sınırın yasal yollar ile aşılması halinde şartlı mülteci statüsü verilemeyecektir.

Türkiye açısından ise en çok üzerinde durulması gereken kavram İkincil Koruma Statüsü’dür.Mülteci ve şartlı mülteci olan kimseler ikincil koruma statüsünde değildir. Ülkemizde Suriye de zulüm gördüğü gerekçesi ile Türkiye’ye başvuran kimselere bu statü verilmiştir.Bu statü Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunun 91. Maddesinde düzenlenmiştir.

Bu kişilerin sınır dışı edilmesi hakkında yönetmelikte düzenleme bulunmamaktadır. Ancak Anayasa Mahkememizin 2015 tarihli bir kararında bu konu hakkında bir değerlendirme yapılmıştır.Bu değerlendirmeye göre geçici koruma statüsündeki kimselerin sınır dışı edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.

Belli suçların işlenmesi halinde ise Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunun 54.maddesine dayanarak sınır dışı ise mümkündür.Sınır dışı etme kararı valilikler tarafından verilir.Karar verildikten sonra kendisine ve varsa avukatına tebliğ edilir.Tebliğ edildikten 7 gün içinde itiraz edilmesi gerekir.İtiraz İdare Mahkemesine yapılır.15 gün içinde bu itiraz karara bağlanmalıdır.Karar kesindir ve temyiz edilememektedir.

Mirasta İptal Davası

Belli sebeplerin varlığı halinde ölüme bağlı tasarrufun iptali için dava açılabilir. Bu sebepler;

-Tasarruf miras bırakanın tasarruf ehliyeti bulunmadığı sırada yapılmışsa

-Tasarruf yanılma, aldatma, korkutma veya zorlama sonucu yapılmışsa

-Tasarrufun içeriği bağlandığı koşullar veya yüklemeler hukuka veya ahlaka aykırı ise

-Tasarruf kanunda öngörülen şekillere uyulmadan yapılmışsa

Şeklindedir.

Ölüme bağlı işlemlerin kanunda öngörülen sebeplerle sakat olması işlemi kendiliğinden hükümsüz hale getirmez. Mutlaka dava açılması gerekmektedir. Dava ile mahkeme iptal kararı verirse var olan ölüme bağlı işlem hükümsüz hale gelecektir

Korkutma manevi cebir iken, zorlama maddi cebirdir. Bunlarda iptal sebebidir. Miras hukukunda yanılmanın esaslı olması gerekir, vasiyetname varsa basit hususlarda dahi yanılma kabul edilebilecektir.

Aldatmada ise basit hususlarda aldatma iptal sebebi teşkil etmektedir. Üçüncü kişinin aldatmasında lehine aldatma yapılan kişi aldatmayı bilmese dahi vasiyetnamenin iptali istenebilir fakat miras sözleşmesinde iptal bu durumda istenemez.

Ölüme bağlı işlemin iptali miras bırakan öldükten sonra gündeme gelir.Mirasbırakan sağlında ölüme bağlı işlemden dönebilir.

Ölüme bağlı işlemin iptali için bir yıllık hak düşürücü süre vardır. İptal davası, ölüme bağlı tasarrufla kendilerine, eşlerine veya hısımlarına kazandırma yapılanların tasarrufun düzenlenmesine katılmalarının yol açtığı sakatlığa dayandığı takdirde tasarrufun tamamı değil, yalnız bu kazandırmalar iptal edilir.

Hatalı Tıbbi Uygulama (Malpraktis)

Tıbbi uygulamalarda sorumluluk genel sorumluluktur ve hekimin sorumluluğu kusurlu uygulama sorumluluğundan kaynaklanmaktadır. Hasta da oluşan komplikasyonlardan ise hekim sorumlu tutulamayacaktır. Bu durum Umumi Hıfzıssıhha Kanununa da 2012 yılında eklenmiştir.

Hekimin kusuru tespit edilirken, sonuç değil tıbbi müdahale öncesi şartların incelenmesi ile yapılmalıdır. Tıbbi müdahale öncesi gerekli şartlarım hepsi mevcut ise endikasyon şartı gerçekleşmiştir. Dolayısıyla hekimin müdahalesi başarısızlıkla sonuçlansa bile hekim kusurlu kabul edilmeyecektir.

Farklı görüşler mevcut olmakla birlikte bir uzman doktor ile bir pratisyen hekimin göstermesi gereken özen aynıdır. Uzman doktor olması halinde göstermesi gereken özenin artacağı yönünde ki görüşler de mevcuttur.

Hekim yerine göre tüm riskleri almak zorundadır. Dolayısıyla acil durumlarda özen yükümlülüğünün içeriğinin belirlenmesinde bazı farklılıklar oluşabilmektedir. Normal durumlarda taksirli kabul edilebilecek bir müdahale acil durumlarda kurallara uygun bir müdahale olarak kabul edilebilecektir.

Hekimin özen yükümlülüğünün ihlali iki şekilde karşımıza çıkmaktadır. Bunlar;

-Müdahaleyi gerekli şekilde yapmama

-Gerekli olan müdahaleyi hiç yapmama

Hatalı müdahale sebebiyle hekimin idari ve cezai sorumluluğunun yanı sıra tazminat sorumluluğu da ortaya çıkmaktadır.

Hekimin hastanın vücut bütünlüğüne yönelik yaptığı her müdahale bir yandan da haksız fiil oluşturmaktadır. Tazminat sorumluluğuna gidebilmek için,

-Hukuka aykırılık mevcut olmalı

-Bir kusur meydana gelmiş olmalı

-Zarar meydana gelmiş olmalıdır

Ve tüm bu şartlar arasında bir nedensellik bağı bulunmalıdır. Bu şartların varlığı halinde maddi ve manevi tazminat isteminde bulunulabilmektedir.

Kiralanan Taşınmazların Tahliyesi

İcra İflas Kanunumuzda belli hallerde taşınmazın hızlıca tahliyesi için ilamsız tahliye yolu öngörülmüştür. İki hal söz konusudur.

1-Kira borcu ödenmemesi halinde kiralananın ilamsız tahliyesi

Haciz işleminin yanı sıra tahliye de takip içerisinde yapılmaktadır. Bu durumda borçluya iki ihtar verilmesi gerekmektedir. Kiracı kirayı ödemezse ve itirazda etmez ise takibe devam edilir. Bu takip de yazılı bir kira sözleşmesinin varlığı aranmamaktadır. Kiracı borca 7 gün içinde itiraz edebilir.

Konut ve çatılı işyeri kira sözleşmelerinde 10, 30, 60 günlük sürelere uyulması önem arz etmektedir. Yüksek mahkeme sürelere uyulmadığı takdirde temerrüdün gerçekleşmediği ve dolayısıyla takibe devam edilemeyeceği görüşündedir.

Kiracının itirazı halinde takip duracaktır.6 ay içerisinde kiraya verenin itirazın iptalini istemesi gerekmektedir. Kira bedelinin ödendiğini iddia eden borçlu borcu ödediğini ispat etmek zorundadır. Bunun için İcra iflas Kanunumuzda sayılan belgelerin gösterilmesi zorunlu değildir.

Aksini iddia eden alacaklı bunu ispat etmelidir.Eğer alacaklının elinde İcra İflas Kanunu m.68’e dayanan bir belge yoksa genel mahkemeden menfi tespit davası açma yoluna gidebilecektir.Bu yolu kullanması mümkün değildir.Çünkü hukuki işlem senet ile kanıtlanır.

2-Kira süresinin bitmesi halinde veya taahhüdün varlığı halinde kiralananın ilamsız tahliyesi

İlk olarak konut ve çatılı işyeri kira sürenin bitmesi ve konut ve çatılı işyeri kiralamasında tahliye taahhüdünün bulunması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.

Kural olarak konut ve çatılı işyeri dışındaki kiralamalarda, kira sözleşmesi kendiliğinden sona erer. Konut ve çatılı işyerlerinde ise kira sözleşmesi süresinin bitiminden en az 15 gün önce bildirimde bulunmadıkça, sözleşme aynı koşullarda bir yıl içinde uzatılmış sayılır. Kiraya veren, sözleşme süresinin bitimine dayanarak sözleşmeyi sona erdiremez. Kira sözleşmesi sona ererse bir ay içerisinde takip talebinde bulunabilir.

Bir kira sözleşmesi olmakla birlikte bir tahliye taahhüdü herhalde olmak zorunda değildir. Eğer tahliye taahhüdü mevcut ise belirli bir süre taahhüt vardır. Bu taahhüt sözleşme süre sonunda sona erecektir şeklinde olabileceği gibi şu tarihte kiralanan boşaltılacaktır şeklinde de olabilir.

Taahhüdün geçerli olabilmesi için mutlaka kiralanan teslim edildikten sonra yapılmış olması gerekmektedir. Yargıtay kira sözleşmesinin yapıldığı gün imzalanan taahhüdü geçersiz kabul etmektedir.

Tahliye taahhüdünde bir ay içerisinde icra mahkemesine başvurularak tahliye talep edilir. Ödenmeyen kira söz konusu değildir. Kiracı 7 gün içinde takibe itiraz edebilir

Yabancı Bir Ülkeye Tebligat

Süreler adil yargılanma hakkı ve hak arama hürriyeti kapsamında büyük önem arz eder.Türkiyeden yabancı ülkeye tebligat yapılacağı zaman 63-3 sayılı genelgeye , yönetmeliğe ve tebligat kanununa bakmamız gerekir

Tebliğ olunacak evrak, tebligat çıkaran merciin bağlı olduğu bakanlık ile dışişleri bakanlığına oradan da ilgili Türk elçiliğine veya konsolosluğuna gönderilir.

Bazı hallerde doğrudan Türk Konsolosluğuna veya elçiliğine de evrak gönderilebilir.

Türkiye 1954 tarihli Hukuk Usulüne Dair La Haye Sözleşmesine taraftır.Bu sözleşmeye göre her taraf devlet bir merkezi makam belirler.Tebligatı yapacak olan devlet bu belirlenen makama tebligat yapar.Tebligatı yapacak ülkenin karşı çıkmaması halinde posta yoluyla da tebligat yapılabilir.

Türkiye 1965 tarihli Tebligata Dair La Haye Sözleşmesine de taraftır.Burada taraf devletler kendileri merkezi bir makam belirlerler.Merkezi makamın belirlenmesi ile doğrudan tebligatlar bu makama yollanabilir.

1965 tarihli sözleşme posta yoluyla tebligatı da düzenlemiştir.Ancak Türkiye posta yolu ile tebligata çekince koymuştur.Dolayısıyla Türkiye sözleşmeye taraf olan bir ülkeye tebligat yaparken posta yolunu kullanabiliyorken Türkiye’ye başka bir devlet posta yolu ile tebligat yapamaz.

bottom of page